TOPLUMSAL CİNSİYET ROLLERİNİN SUÇ İŞLEMEYE ETKİSİ / Av. Seda ÇETİN

TOPLUMSAL CİNSİYET ROLLERİNİN SUÇ İŞLEMEYE ETKİSİ

  1. GİRİŞ

Cinsiyet terimi, kadın ya da erkek olmanın biyolojik yönünü; toplumsal cinsiyet terimi ise kadın ya da erkek olmaya toplumun yüklediği anlam ve beklentileri ifade etmekte kullanılır. Cinsiyet terimi biyolojikken; toplumsal cinsiyet terimi ise kültürel bir yapıya karşılık gelmektedir. Her toplumun kadınlardan ve erkeklerden beklediği bazı kalıp davranışlar bulunmakta ve bu davranışlara uygun davranan kadınlar ve erkekler toplum tarafından ‘kabul edilebilir’ olmaktadır. Bireylere doğdukları andan itibaren toplum tarafından atanan davranış rolleri bütün yaşamları boyunca peşlerini bırakmamakta ve buna yönelik kişilik rolleri oluşturmaktadır. Bu rollerden yola çıkılarak kadınların esas yerinin ev içi, erkeklerin ise kamusal alan olması düşüncesi erkeklerin ve kadınların farklı suçlara meyilli olmalarına neden olmakla birlikte sadece bunlarla kalmayıp en önemli etkisini ise benimsedikleri söylemler ve davranış tiplemeleri oluşturmaktadır.

Bu çalışma süresince erkeklere atfedilen sert, saldırgan, güçlü, yiğit, elinin kiri şeklindeki yaklaşımlar ve kadınlara yöneltilen kırılgan, duygusal, naif şeklindeki pasif roller sonucunda erkeklere ve kadınlara yöneltilen toplumsal rollerin bu kişilerin suç işlemeye etkileri üzerinde durulacaktır. Bu rollerin etkisi altında kalan kişilerin hangi suç tiplerini, hangi amaçlarla işledikleri tartışılacaktır.

  1. SAPICI DAVRANIŞLAR (SAPMA) VE SUÇ TEORİLERİ

Türk sosyolojisinin önemli bilim insanlarından biri olan Ziya Gökalp ‘halk, kültürün yaratıcısıdır.’ der. Her fert doğduğu ve yaşadığı toplumun kültürünü benimseyerek büyür. Dolayısıyla o kültürde yetişen insanların tutum ve davranışları da benimsedikleri kültüre göre şekillenmektedir.  Her toplum kendi kültürleriyle o toplum içinde yaşayan insanları belirli normlar ve kalıplar altına sokmaktadır. Toplumun beklentilerinden ya da uygun gördüğü şekillerden farklı davranışlar söz konusu olduğu takdirde bu davranışlara sapma ya da sapıcı davranışlar denilmektedir. [1] Sapma sözcüğü sapmak fiilinden türemiş olup, genelde normal dışı, alışılmamış davranışları ifade etmektedir.[2] Kısacası toplumsal kuralların beklentilerinden farklı davranışlar sapıcı davranışlardır. [3] Ancak her sapma suç niteliği taşımamakta ancak Ceza Hukuku normlarından sapmalar suç niteliği taşımaktadır.

Suçlu davranışı anlamlandırabilmek amacıyla birçok farklı suç teorileri ortaya atılmıştır. Ancak doktrinde yer alan suç teorileri dörde ayrılmaktadır. Bunlar: Biyolojik, Psikolojik, Sosyolojik ve Sosyo-psikolojik etkenlerden dolayı işlenen suçlardır. Bu makale süresince suç teorilerinden Sosyolojik ve Sosyo-psikolojik teoriler üzerinde durulacaktır.

  1. Sosyolojik Teoriler

Queletet, Sosyolojik teori üzerinde araştırma yaparken bireyleri, toplumun suça sürüklediğinden ve suçlunun ise bu suçu işlemekte sadece bir araç olduğundan bahsetmektedir. Sosyolojik teori, özünde suçluluğun temelinin kültür çatışması olduğu varsayımından hareket ederek, sosyal ve kültürel çevredeki kriminojen koşulları incelemektedir. Suçun meydana gelmesindeki dış faktörler olan sosyal sınıf, politik, coğrafi ve çevresel yapıların suçluluğu nasıl etkilediği üzerinde durmaktadır. [4] Sosyolojik Teoriler iki alt bölümde incelenmektedir. Bunlar: Yapısal Teoriler ve Alt-Kültür Teorileri’dir.

            Yapısal Teorilere göre suç, toplumsal yapıdan kaynaklanmaktadır ve toplumdaki sınıflar arası farklılıklar suçu yaratır.

            Alt-Kültür Teorilerine göre tüm toplumların içinde yer alan bazı alt- toplumlarda kültür farklılıklarının oluştuğunun ve belirli meslek ve sosyal kategorilerin içinde ortaya çıkan bu farklılıkların alt-kültürü oluşturduğundan bahsedilmektedir. Kısaca alt-kültür, toplumdaki belirli bir gruba özgü anlamlar, değerler ve davranış biçimlerini ifade etmektedir. Bu teoriye göre belirli bir alt-kültüre mensup bireylerin, kişileri belirli bir amaca yönelteceği ve bunların da hukuka aykırı olabileceği ve suç niteliği taşıyabileceği ileri sürülmektedir.

            ii)         Sosyo-psikolojik Teoriler

Sosyo-psikolojik Teori’ye göre suçun öğrenilmiş bir davranış olduğu üzerinde durulmaktadır. Özellikle de Sosyo-psikolojik teorinin bir türü olan Aykırılıkların Birleşmesi Teorisi’ne göre suçlu davranışın soyaçekimi veya psikolojik nedenlerle ortaya çıkmadığını, kişinin suç modelleriyle yüz yüze gelme sonucunda suçlu davranışı öğrendiği savunulmaktadır. Bu teoriye göre suçluluğu öğrenme, küçük ve yakın gruplar arasında olmaktadır.

Her birimiz Türkiye koşullarında belli bir kültür içerisinde yetişmekteyiz. Bu kültürlerin birçoğu halen nesilden nesle aktarılmaktadır. Kabul edilmelidir ki Türkiye, gerek örf ve adetlerimizde gerekse sosyal yaşantımızda hissedildiği üzere erkek egemenliğinin var olduğu bir ülkedir. Ataerki olarak adlandırılan bu kavram,  erkeklerin kalıtsal olarak hükmeden olduklarını; zayıf olarak algılanan her şeyden ve herkesten, özellikle de kadınlardan üstün olduklarını; onları yönetme ve bu hâkimiyeti çeşitli biçimlerdeki şiddet yoluyla sürdürme hakkının erkeklere bahşedilmiş olduğunu iddia eden politik- toplumsal bir sistemdir. Ataerkil sistemin içerisinde var olan toplumsal davranışların suça etkisi anlayabilmemiz için iki kavram üzerinde durulması gerekmektedir. İlki ‘cinsiyet’ ikincisi ise ‘toplumsal cinsiyet’ kavramlarıdır. Cinsiyet, kadın ya da erkek olmanın biyolojik yönünü ifade ederken; toplumsal cinsiyet, kadın ya da erkek olmaya toplum ve kültürün yüklediği anlam ve beklentileri ifade etmektedir.[5] Her toplumda kadın ve erkeği birbirinden ayıran ve toplumsal rollerini oluşturan, kişileri bu rollere göre yönlendiren, biçimlendiren ve denetleyen sosyo-kültürel değerler bulunmaktadır. Kişiler kadın veya erkek cinsiyetinde doğar; ancak büyüme çağında toplumun cinsiyetlere atfettiği belli roller ile kız ve oğlan çocuğu olmayı öğrenirler. Bu süreçte kız ve oğlan çocukları belirli oyunları ve oyuncakları oynar, etkinlikleri yapar, çizgi filmleri izler ve hatta meslekleri bile toplumun onlar için belirlediği uygun/uygun olmayan şekilde öğrenerek yaşamaya başlarlar.

Toplumun ayrı ayrı kadın ve erkekten göstermelerini bekledikleri toplumsal cinsiyet kalıp yargıları, suça vücut verilmesinin temelinin atıldığı ve belki de ilk dönüm noktası olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü bu aşamada toplum, kız ve oğlan çocuklarının davranışlarının belirlenmesinde çok önemli bir rol üstlenerek onların kişiliklerinin ciddi şekilde etkilenmesine yol açmaktadır. Çocukların davranışlarını, oynadıkları oyunları, oyuncakları temel alarak değerlendirecek olursak; toplum, kız çocuklarına naif, kırılgan, hanım hanımcık, sessiz, duygusal ve daha bir sürü “pasif rolü” üstlendirirken; oğlan çocuklarını ise güçlü, cesur, mert şeklinde nitelendirerek aktif bir konuma getirmektedir. Kız çocuklarının eline bebekler, mutfak eşyaları vererek daha “evci” konuma sokarken; oğlan çocuklarının ellerine mesleklerle tanışmasına imkân sağlayan oyuncaklar vererek daha “dışa dönük” yetiştirilmektedir.

Bunlarla birlikte toplumun bir diğer rolüyse büyüme ve gelişme çağında olan bir çocuğa yönelik olumsuz bakış açıları kazandıran davranışlardır. Etrafındaki insanlar tarafından öğrenilen suç işlemeye yönelik davranış modelleri bir çocuğun, büyüdüğündeyse bir yetişkinin suça sürüklenmesinin en önemli kırılma noktasını oluşturmaktadır. Erkeğe ve kadına aşılanan farklı davranış kalıpları yüzünden her iki cinsiyetin farklı bir gelişim gösterdiği ve bunun sonucu olarak da suç işleme oranlarında ve suç faaliyetlerinde farklılıkların olduğu görülmektedir. Toplum, erkeklere küçük yaşlardan itibaren hizmet beklemeyi, ihtiyaçları karşılamayı, güçlü olmayı, koruma- kollamayı, duygusallık barındırmamayı ve değerinin şiddet uygulama iradesiyle belirleneceğini öğretmektedir. Çocuğa ebeveynleri ve aile bireyleri tarafından verilen oyuncak silahlarla, öğretilen şiddet içerikli oyunlarla şiddetten hoşlanmasının iyi bir şey olması dayatılmaktadır. Hiddetin kendisini şiddete yöneltmek üzere kışkırtmasına müsaade etmesinin ileride evini ve ülkesini koruyacağına yardımcı olacağı öğretilmektedir.[6] Toplum, erkeklere ataerkinin kurallarını aşılamak için, acılarını hissetmemeye ve hislerini reddetmeye zorlamaktadır. Bu düşüncelerle büyüyen bir oğlan çocuğu ise davranışlarını toplumun benimsettiği rollere uygun şekilde biçimlendirirken aynı zamanda şiddetle tanışmakta ve bunun sonucu olarak şiddet davranışını ileri bir boyuta taşıyarak hukuk normlarında sapmaları meydana getirmektedir.

  1. KADIN VE ERKEK SUÇLULUĞU

Erkeklerle karşılaştırıldığında kadınların suç işleme oranlarının daha az olduğunu görmekteyiz. Kadın suçluluğu açısından yaratılan tabunun temelinde iki önemli özellik bulunmaktadır. Bunlardan birincisi kadının çocuk yetiştirmedeki rolü, ikincisi ise kadının fizyolojik özellikleridir. Genel olarak kadınlara öğretilen ve dayatılan bir özellik olarak görülen boyun eğme, zayıf ve sessiz olma, çocuk yetiştirme ve evcimenlik gibi özellikler kadınları suç işlemekten alıkoymaktadır. Öte yandan kadının cinsel saldırı ve taciz gibi bir suça maruz kalma korkusu onu bu fiillerin yaşanma ihtimali olduğu yerlerden uzak tutarken aynı zamanda da suç işleme olasılığını azaltmaktadır.

Kadın suçluluğunun sebeplerine gelecek olursak,  kadınlar da tıpkı erkekler gibi ciddi bir toplumsal baskının içerisinde ve toplumsal rollere ayak uydurma çabası göstererek büyüyüp gelişmektedir. Araştırmalar sonucu kadın suçluluğunda özellikle kadınların işledikleri suç türü %71.5 öldürme, ikinci sırada çek ve senet ile ilgili suçlar ve 3. olarak ise hırsızlık suçu gelmektedir. Öldürme ve yaralama gibi suçları genellikle yaşam hakkını ve cinsel bütünlüğünü korumak amacıyla işlediğini görmekteyiz.[7] Evlilik birliği veya flört ilişkisi içerisindeki kadınlar uzun süreler boyunca maruz kaldığı şiddet davranışlarına katlanması gerektiği anlayışıyla hareket etmekte ve bu şiddet döngüsü içerisinden çıkamamaktadır. Bunun sebebiyse ekonomik kaygılar, endişeler ya da toplum baskısı olabilmektedir. Bu döngünün içerisinden çıkan kadınlarsa tüm çareleri tükettikten sonra yaşamını ve cinsel bütünlüğünü koruyabilmek amacıyla suça yönelmek mecburiyetinde kalabilmektedir. Bu hususta medyaya da yansıyan olaylar şu şekildedir:

– Adana’da 8 Temmuz tarihinde Çilem Doğan uzun yıllardır şiddet gördüğü kocası Hasan Karabulut’u tabancayla öldürdü. Çilem ifadesinde, kocası Hasan Karabulut’un kendisine yıllarca şiddet uyguladığı, eziyet uyguladığını ve kendisini fuhuşa zorladığını aktardı. Defalarca Bağlar Polis Merkezi’ne giderek şikayetçi olduğunu dile getirmiştir. Tutuklanan Çilem Doğan, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemiyle yargılandığı 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ‘tahrik ve iyi hal indirimi’ ile 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Doğan’ın avukatı 10. Ağır Ceza Mahkemesi’ne müvekkilinin uygun görülecek adli kontrol tedbirleriyle tahliye edilmesi için talepte bulundu. Mahkeme heyeti ise Çilem Doğan’ı 20 Haziran 2016’da 50 bin TL kefaletle tahliye etti. Dava ise Yargıtay’a gönderildi, ancak henüz karar verilmedi.

-Zonguldak Kozlu ilçesinde 8 Ocak 2014’te eve alkollü gelip kendisine şiddet uygulayarak bıçakla saldıran eşi Muhammet Ali E.’nin boğazını sıkarak ölümüne neden olan Ayşegül E. yargılandığı davada eylemin meşru savunma olduğu, meşru savunmada sınırın aşılmasının mazur görülebilecek heyecan, korku veya telaştan ileri geldiği gerekçesiyle beraat etti.

            Bu bağlamda kadın ve erkek cinsiyetlerinin suç işleme oranlarına ve işledikleri suç türlerine nicel olarak erkek suçluluğunun kadın suçluluğundan oldukça fazla olduğunu söylemek mümkün olup kadın suçluluğunun bazı açılardan ihmal edilmesi ceza adalet sisteminin de eril bir bakış açısıyla yürütüldüğünü göstermektedir.[8]

 Ceza İnfaz Kurumunda bulunan hükümlüler ve tutukluların  %96,1’ini erkekler, %3,9’unu ise kadınlar oluşmaktadır.[9] Kadınların insan öldürme veya yaralama suçlarını daha çok kendilerini korumak için işlediklerini görürken; erkekler de bu sebeplerin çok daha çeşitli olduğunu görmekteyiz.  Aynı zamanda ataerkil toplum yapısında özgürlüğü belirli noktalarda kısıtlanan kadınların saldırgan tavırlarını en yakınındaki kişilere yönelttiğini görmekteyiz. Sayılan sebeplerin yanı sıra kadınların suç işlenmesinin beklenmedik bir durum olarak varsayılması kadın suçluluğunun tespitinde adli mercilere yansımayan ve kara rakam olarak adlandırılan vakaların bulunması sebebiyle de gerçek sayılara ulaşabilmek pek de mümkün gözükmemektedir.

  1. SONUÇ

Özetle kadın ve erkek suçluluğunun tespitinde birçok sebep yer alırken makale süresince kadınların ve erkeklerin suç işlemesinde toplumun bireyler üzerindeki rollerini açıklanmaya çalışıldı. Deyim yerindeyse aslında tetiği çeken her ne kadar failse faili suç işleme noktasına getirmekte belli birikimi sağlayan kimseler de toplumdur.

 Kişi doğuştan suç işlemeyi bilerek doğamayacağına göre gördüğü, öğrendiği davranış rollerini benimseyerek hareket edecektir. Örneğin, ailesi tarafından sürekli olarak istismara uğrayan; gözlerinin önünde babası tarafından annesine karşı kötü muamelelerini duyan, şiddet içerikli davranışlarını gören bir çocuk bunları hafızasında bir travma olarak tutabilir ve büyüdüğündeyse bu travmaları şiddet davranışı olarak açığa çıkarabilir.

Bu noktada büyüme ve gelişme çağında fazlasıyla örnek aldığı ebeveynlere ve öğretmenlere büyük görevler düşmektedir. Kanımca Matematik, Türkçe, Fizik, Kimya gibi temel dersler ne kadar önemliyse bireyin gelişimi için en etkili olan okul çağında “rehberlik” dersleri de fazlasıyla öneme sahiptir. Bu derslerde toplumsal cinsiyet eşitliği eğitiminin, bu konu üzerinde eğitimli olan öğretmenler tarafında verilmesi hem ülkenin her alanda gelişimi açısından hem de bireylerin kişisel gelişimi açısından faydalı olacaktır.

Ünlü savunma avukatı Jacques Verges’in de dediği gibi “Suç, topluma sorulmuş bir sorudur. Bu nedenle suç, sanığın davranışı olarak değil; toplumun davranışı ve değer yargıları olarak ele alınmalıdır.”

Şiddetin değil; sevginin ve saygının öğretildiği, her çocuğun eşit şartlarda, kalıplardan kurtularak büyütüldüğü yarınlarda görüşmek dileğiyle.

                                                                                                          Stj. Av. Seda ÇETİN


[1] COHEN, Images of Deviance, New York, 1982, s.10

[2] MARSH, Sociology in Focus, Crime, New York, 1986, s.3

[3] AGGLETON, Deviance, London,1987, s.4

[4] SOKULLU-AKINCI Füsun, “Kriminoloji”, Beta Yayınları, İstanbul,2018

[5] SARAÇ Simge, “Toplumsal Cinsiyet ve Yansımaları – Toplumsal Cinsiyet”, Atılım Üniversitesi Yayınları, Ankara, 2013

[6] Hooks Bell, “Değişme İsteği- Erkekler, Erkeklik ve Sevgi”, BGST Yayınları

[7] DIZMAN ŞENTÜRK Zeynep, “Kadın Suçluluğunun Toplumsal Nedenleri”, 2019

[8] BULGURCUOĞLU Sultan Ebru, Çamur Gülsüm “Kadın Suçluluğunu Feminist Yaklaşım Açısından Değerlendirme” 

[9] TÜİK Ceza İnfaz Kurumu İstatistikleri, 2018

About the author: admin